geçmiş bir zamanla ilgili yazma fikri aslında beni rahatsız ediyor. ama düşününce bir blog açma fikri geçmişte yaptığım, gelecekte yapmayı planladığım ve şimdi yapmak istediğim şeylerden bahsetmekti. o yüzden tuhaf kaçmayacaktır. bir yerden başlamak deyimi de şimdiki yazıma çok güzel uyuyor üstelik.
iki yaz öncesine kadar seyahat etmek sadece trende geçen birkaç manzaralı saatin saadetiydi. sonra, en yakın arkadaşlarımdan biriyle -her üniversite öğrencisinin hayali- interrail yaptığımız o yaz sanıyorumki benim için bir dönüm noktası oldu. hani artık "hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı" o anlardan biri gibi. bir başka yerde olma algım o yaz değişti. anladım ki ben gezmek için doğmuşum, beni ben yapan şey meğer buymuş. bir uçağa atlamak, bir başka ülkede uyanmak.. interrail gezimizin ayrıntılarına sonra gelmeyi düşünüyorum, çünkü her sene planlar yapmaya başladığım o döneme geldim ve gönlüm yalnız bir yerde şimdi. artık üniversiteden mezun olma arifesinde, işsiz adayı, kredisi birkaç ay içinde kesildiğinde beş parasız kalacak, arafta biriyim. ve sanırım elimde hayal kurmaktan, beklentilerden ve beklemekten başka da bir şey yok..
bu sabah, diğer birçok sabah olduğu gibi, başka bir yerde uyanmış olma isteğiyle kalktım yataktan. birkaç ülke gezdikten sonra, insan geriye dönüp baktığında kendisinde büyük farklar yaratan birkaç şehiri ayırıyor diğerlerinden. benim içinse bu tek bir ülke: ingiltere. yazları serin ve yağışlı, kışları gözlerimden uzak. siyah beyaz bir resimde kırmızı bir şehir: londra. geçen yaz üç haftamı geçirdiğim bu ülkeye yeniden o kadar çok gitmek istiyorum ki, belki de hatayı bir kez orada bulunarak yaptım.
roma'da sıcak bir öğlenden sonra gelato yiyerek ispanyol merdivenlerinde oturmak, venedik'te kanallar boyu pastel renkli bir resmin içinde yürümek, floransa'da galleria dell accademia'da davut'tan gözünü alamamak, bologna'da pazar dolaşmak, verona'da romeo ve juillete'i kovalamak, milano'da alışverişe çıkmak, madrid'de aylaklık yapmak, barselona'da sangria yudumlarken coşkulu ispanyolları izlemek, amsterdam'da iyi bir "coffee shop" aramak.. hepsi çok güzel ama londra'da birdenbire bulutlanan güneşli bir günde yapılabilecekler..
ingiltere'nin yeri bende bambaşka. neden istanbul veya berlin veya viyana veya oslo değil de bu ülkedeki şehirler? ben bir beatles hayranıyım, bir peter pan, bir sherlock holmes, bir doctor who, bir guinness, bir londra aşığı. beni ben yapan, beni olduğum gibi yapan; meraklı, coşkulu, soğukkanlı, ciddi, alaycı, anlamsızca neşeli, detaycı, ütopik, hayalperest, iyi yapan her şey bu ülkeye ait. insan kendini tanımlayan şeyden kaçabilir mi?
özgürlüğü bir kez tadınca insan, onu engelleyebilecek her şeyden uzaklaşmak istiyor. kendinden kaçamadığı için şehirlerden, ülkelerden kaçıyor; bir kez dahi başarılı olmuşsa planı bir daha geriye dönemiyor, dönmek de istemiyor zaten. hepimiz mutluluğun peşinde koşuyoruz, yüksek maaşların, iyi giyimin, lüks otomobillerin, çok odalı evlerin.. bense kitapların peşinde koştum durdum ilk okumayı öğrendiğim günden beri, başka dünyalar yerler ve insanlar keşfettim; sonra kitap okumanın tadına eş bir başka yol buldum; gezmek, dünyayı dolaşmak.
benim ruhum bir özgür kuş ve dinlenmek için bile konmak istemiyor bir ağaca..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder