her şeyden önce biraz pratik şeylerden bahsedeyim:
öncelikle londra'da çok sayıda havaalanı var, benim kullandığımsa iki tane. bunlardan biri, türkiye'den gidişimde indiğim heathrow, diğeriyse dönüşte kullandığım stansted havaalanları. heathrow, londra merkeze oldukça yakın ve ulaşım çok kolay, taksiyle 50 pound gibi bir paraya 1. bölgeye ulaşılabildiğini duymuştum, trense bana ucuz gelmemişti (heathrow airport sitesinden ulaşıma bakılabilir, fiyatları da yazıyor), bu yüzden ben metroyu kullanmayı tercih ettim. havaalanı içinden birkaç tabelayı izleyerek metroya hemen ulaşılıyor ve 45 dakika gibi bir sürede londra'ya ulaştırıyor.
ve işte şimdi uzun zamandır beklediğim an geldi: ulaşım nasıl olacak? londra'nın müthiş bir metro ağı var (london underground, "tube" olarak anılır, anılır mı denir tam olarak emin değilim ama anlaşılmıştır:), temsili olarak müthişliğinin tam olarak anlaşılması için google'dan aldığım şu resme bir bakılabilir:
oldukça karmaşık görünse de metro girişlerinde ücretsiz bir tube map alındığında (ki heathrow'dan itibaren hemen bir tane edinilmeli, başka türlü hayatta kalmak zorlaşacaktır) ve anonslar dinlendiğinde kolay bir karmaşası olduğu görülecektir. sol köşedeki mavi hat heathrow'dan kullanacağımız hat oluyor bu arada.
yeri gelmişken, ben kendimi metro girişinde salak gibi hissettiğim için, okuyan ve ardından da giden hissetmesin diye metroda yapılması gerekenlerden bahsetmek istiyorum. ben gitmeden önce şehir içi ulaşımda ne kullanacağım, nasıl bir bilet almam gerektiği konusunda nettim. ama yine de londra'ya inişimin 15. dakikasında hala biraz şaşkındım haliyle, bu yüzden de bilincimi kaybetmiş gibi davrandığımı kabul etmem gerekir.
Sayfalar
26 Haziran 2012 Salı
25 Haziran 2012 Pazartesi
ingiltere için çanta hazırlama rehberi
ingiltere'ye ağustos ayında gittiğim için bu rehbere bir "yaz çantası hazırlama rehberi" de diyebiliriz. burada yanıltıcı olabilecek tek şey "yaz" kelimesi olacak. çünkü ingiltere demek yağmura ve soğuğa hazırlıklı olmak demektir.
temel şeyleri çantaya attıktan sonra (ki bunlar: iç çamaşırları, havlu, diş fırçası ve macunu, banyo malzemeleri -şampuan, duş jeli, lif, banyo terliği, hatta bir ufak sabun- gibi her yerde ihtiyaç duyulacak şeyler), kıyafet seçimini sonbahara göre yapmak gerekiyor.
ingiltere havası belli olmayan bir ülke. günlük güneşlik bir hava bir anda bulutlanıp deli gibi bir yağmurdan sonra tekrar düzelebilir ve ardından yeniden yağmur yağabilir.
regent's park'ta çektiğim bu resim durumu özetleyecektir. söz konusu gün, sırasıyla: sıcak, yağmur, soğuk, fırtına, güneş, yağmur, bulutlu bir hava, soğuk şeklinde bir seyir izlemişti.
temel şeyleri çantaya attıktan sonra (ki bunlar: iç çamaşırları, havlu, diş fırçası ve macunu, banyo malzemeleri -şampuan, duş jeli, lif, banyo terliği, hatta bir ufak sabun- gibi her yerde ihtiyaç duyulacak şeyler), kıyafet seçimini sonbahara göre yapmak gerekiyor.
ingiltere havası belli olmayan bir ülke. günlük güneşlik bir hava bir anda bulutlanıp deli gibi bir yağmurdan sonra tekrar düzelebilir ve ardından yeniden yağmur yağabilir.
regent's park'ta çektiğim bu resim durumu özetleyecektir. söz konusu gün, sırasıyla: sıcak, yağmur, soğuk, fırtına, güneş, yağmur, bulutlu bir hava, soğuk şeklinde bir seyir izlemişti.
mezuniyet sendromu
iki gün önce kep törenim vardı. kampüsün göbeğinde, ön bahçede inanılmaz bir kalabalıkta. canlı karadeniz müziği, fasıl, pop müzik konseri eşliğinde, alakalı alakasız herkesin konuşmasıyla 5 saat süren bir tören. geriye kalansa iki gündür geçmeyen ayak ağrısı, bir akşamdan kalmalık.
kep törenimden 10 gün önceyse mezuniyet balom vardı.
okulumun bittiğine, mezun olduğuma dair bu iki büyük seremoniden iki gün sonra ise çok önemli bir sınavım var ve sayılı zaman kala tabiiki ders çalışamıyorum, çalışmak istemiyorum. bunun 2 sebebi var: birincisi bu sınav okul ile artık tek bağım olduğundan ve öğrencilik hayatımı sonsuza kadar bitireceğinden bir boşvermişlik, bir aman bu da kalsıncılık, ne bileyim bir bıraksam da okulum uzasacılık var gizliden gizliye. ikincisiyse her şey bitmişken geriye kalan bu son sınavı yeterince ciddiye alamıyor olmam. halbuki çalışmam, hatta çok çalışmam lazım.
kalan bu tek -ve birkaç yıldır vermeyi bir türlü başaramadığım zavallı dersimse, öğrenim hayatımın en zor derslerinden biri. günlerce çalışmamı gerektiricek, her sayfası ilim irfan bilgi dolu 400 sayfa! zor olduğu kadar da sıkıcı üstelik. püfff.
kep törenimden 10 gün önceyse mezuniyet balom vardı.
okulumun bittiğine, mezun olduğuma dair bu iki büyük seremoniden iki gün sonra ise çok önemli bir sınavım var ve sayılı zaman kala tabiiki ders çalışamıyorum, çalışmak istemiyorum. bunun 2 sebebi var: birincisi bu sınav okul ile artık tek bağım olduğundan ve öğrencilik hayatımı sonsuza kadar bitireceğinden bir boşvermişlik, bir aman bu da kalsıncılık, ne bileyim bir bıraksam da okulum uzasacılık var gizliden gizliye. ikincisiyse her şey bitmişken geriye kalan bu son sınavı yeterince ciddiye alamıyor olmam. halbuki çalışmam, hatta çok çalışmam lazım.
kalan bu tek -ve birkaç yıldır vermeyi bir türlü başaramadığım zavallı dersimse, öğrenim hayatımın en zor derslerinden biri. günlerce çalışmamı gerektiricek, her sayfası ilim irfan bilgi dolu 400 sayfa! zor olduğu kadar da sıkıcı üstelik. püfff.
20 Haziran 2012 Çarşamba
ingiltere'ye ağlatmayan vize
ingiltere. bu ülkeye olan tutkumdan bir önceki yazımda oldukça romantik bir şekilde bahsettikten sonra biraz ciddiyet takınıp nasıl gidilecek, ben ne yaptım kısmına geldim artık. kendi adıma diyebilirimki, bu ülkeye gitmeden önce var olan bütün blogları, gezi tanıtım yazılarını ve geri kalan her şeyi okudum. okuduklarımın çoğu ansiklopedik bilgiler dışında çok az şey verdi bana orası ayrı. şimdi biraz daha ayrıntı bilgilere gireyim ve vize için birkaç şey söyleyeyim öyleyse.
ingiltere'ye uçak biletleri ucuzdur, çünkü vize süreci zordur diye birçok geyik duyulabilir ama baştan söylemek lazım, londra'ya direkt uçuşlar da dahil, biletler ucuz değildir (birkaç uzun ay öncesinden alınırsa 100 euroya gidiş dönüş bileti bulmak mümkündür, daha yakın birkaç aydaysa 300 tl gibi bir fiyata bilet bulunabilir, biraz kampanya takip etmek gerekiyor bunun için de. ama bu kampanyalı biletler için thy veya british airlines gibi hayaller kurmayalım, easyjet'i de 10 kg'lık kabin bagajı ve işlem maliyetlerinin yüksekliği yüzünden eleyelim, elimizde pegasus kalsın, ki 20 kg check-in bagajı ve 10 kg kabin bagajı artı kişisel eşyalarımızla dolu el çantamızı da yanımıza alabilelim), ama vize süreci gerçekten biraz zahmetlidir. vize vermeye gönülsüz olduklarından değil, her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek istedikleri için talep ettikleri belgelerin çok olduğu için böyledir bu. "bana vize vermezler" diye ağlamaya gerek olmayacak bir süreçtir bu. gerekli şartları sağlayan birisine vize vermemeleri için bir sebep yok çünkü. gerekli şartlar ortalama olarak nedir, buna bakalım.
ingiltere'ye uçak biletleri ucuzdur, çünkü vize süreci zordur diye birçok geyik duyulabilir ama baştan söylemek lazım, londra'ya direkt uçuşlar da dahil, biletler ucuz değildir (birkaç uzun ay öncesinden alınırsa 100 euroya gidiş dönüş bileti bulmak mümkündür, daha yakın birkaç aydaysa 300 tl gibi bir fiyata bilet bulunabilir, biraz kampanya takip etmek gerekiyor bunun için de. ama bu kampanyalı biletler için thy veya british airlines gibi hayaller kurmayalım, easyjet'i de 10 kg'lık kabin bagajı ve işlem maliyetlerinin yüksekliği yüzünden eleyelim, elimizde pegasus kalsın, ki 20 kg check-in bagajı ve 10 kg kabin bagajı artı kişisel eşyalarımızla dolu el çantamızı da yanımıza alabilelim), ama vize süreci gerçekten biraz zahmetlidir. vize vermeye gönülsüz olduklarından değil, her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek istedikleri için talep ettikleri belgelerin çok olduğu için böyledir bu. "bana vize vermezler" diye ağlamaya gerek olmayacak bir süreçtir bu. gerekli şartları sağlayan birisine vize vermemeleri için bir sebep yok çünkü. gerekli şartlar ortalama olarak nedir, buna bakalım.
hostel korkusu ve hosteller
![]() |
travellers house/lizbon |
belli bir yaşı geçtikten sonra, biliyorumki, artık başka kimselerle odanızı paylaşmak istemeyeceksiniz, bu yazı gençlerimize gelsin :)
kulağa, 78 insanla aynı koğuşta kalacakmışsınız gibi gelen hostellerle ilgili rehberime hoşgeldiniz :)
her şeyden önce hosteller konusunda endişelenecek bir şey yok.
hosteller yurt düzeninde hizmet veren paylaşımlı odalara sahip, ucuz konaklama yerleridir. odaları karma olabileceği gibi cinsiyetlere ayrılmış da olabilir, hangisinde rahat edeceğiniz size kalmış.
18 Haziran 2012 Pazartesi
bir insan, bir tren, yollar ve yollar.
geçmiş bir zamanla ilgili yazma fikri aslında beni rahatsız ediyor. ama düşününce bir blog açma fikri geçmişte yaptığım, gelecekte yapmayı planladığım ve şimdi yapmak istediğim şeylerden bahsetmekti. o yüzden tuhaf kaçmayacaktır. bir yerden başlamak deyimi de şimdiki yazıma çok güzel uyuyor üstelik.
iki yaz öncesine kadar seyahat etmek sadece trende geçen birkaç manzaralı saatin saadetiydi. sonra, en yakın arkadaşlarımdan biriyle -her üniversite öğrencisinin hayali- interrail yaptığımız o yaz sanıyorumki benim için bir dönüm noktası oldu. hani artık "hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı" o anlardan biri gibi. bir başka yerde olma algım o yaz değişti. anladım ki ben gezmek için doğmuşum, beni ben yapan şey meğer buymuş. bir uçağa atlamak, bir başka ülkede uyanmak.. interrail gezimizin ayrıntılarına sonra gelmeyi düşünüyorum, çünkü her sene planlar yapmaya başladığım o döneme geldim ve gönlüm yalnız bir yerde şimdi. artık üniversiteden mezun olma arifesinde, işsiz adayı, kredisi birkaç ay içinde kesildiğinde beş parasız kalacak, arafta biriyim. ve sanırım elimde hayal kurmaktan, beklentilerden ve beklemekten başka da bir şey yok..
iki yaz öncesine kadar seyahat etmek sadece trende geçen birkaç manzaralı saatin saadetiydi. sonra, en yakın arkadaşlarımdan biriyle -her üniversite öğrencisinin hayali- interrail yaptığımız o yaz sanıyorumki benim için bir dönüm noktası oldu. hani artık "hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı" o anlardan biri gibi. bir başka yerde olma algım o yaz değişti. anladım ki ben gezmek için doğmuşum, beni ben yapan şey meğer buymuş. bir uçağa atlamak, bir başka ülkede uyanmak.. interrail gezimizin ayrıntılarına sonra gelmeyi düşünüyorum, çünkü her sene planlar yapmaya başladığım o döneme geldim ve gönlüm yalnız bir yerde şimdi. artık üniversiteden mezun olma arifesinde, işsiz adayı, kredisi birkaç ay içinde kesildiğinde beş parasız kalacak, arafta biriyim. ve sanırım elimde hayal kurmaktan, beklentilerden ve beklemekten başka da bir şey yok..
vapurlar falan
hayat ne tuhaf! ucuz bir filmin repliği gibi ama öyle gerçekten de (sanırım filmlerde ve karikatürlerde bu yüzden bu kadar popüler bu tespit, genellenebilecek ve kimsenin itiraz etmeyeceğinden emin olunabilecek bir çıkarım).
eskiden, ben küçükken yani daha eskisi değil, bakkala gitmek diye bi şey vardı, ekmek alınırdı (süt ve yoğurdun alındığı nadirdi, sabahları kapıya getirirlerdi birkaç çakal inek-koyun sahibi), gazete alınırdı (ki bütün bakkallarda olmazdı gazete, olduğu yerde mutlaka bir bayırın tepesi, kestirmesi olmayan bir sokağın sonu falan olurdu), gitmişken cips, çikolata, sulugöz de aınırdı tabi. marketleri ve "küçük esnaf"ın kepenk kapattığı geyiğini es geçerek, bir ileri seviyesinden şikayet etmek istiyorum. durup dururken aklıma gelmedi ama tabiki bu. sosyal tesisli, şehrin göbeğinde ama şehirden izole "yüksek" güvenlikli bir sitede marketi ziyaretim esnasında yolda düşündüm. yol diyorum ama tuhaf bir yol. önce otoparka inmek, ordan havuzun altındaki bir acil çıkış yolundan yürümek gerekiyor, sonra başka bir asansörle markete çıkılıyor.
yabancılaşmak.
gecenin ortasında her şey neden daha naif, daha soft görünüyor bana bilmiyorum. 17. kattaki bu evden, metrelerce aşağıdaki derenin kıyısında öten kurbağaların sesini duyabiliyorum.ama öncesinde bir şey itiraf etmeliyim..
i
lk duyduğum akşam önce ne olduğunu anlayamadım bu sesin, nerden ve bir böcekten mi yoksa bir kuş sürüsünden mi geldiğini idrak edemedim. elim "google"a gitti ama ne deyip aratacağımı bilemedim, tanımlayabileceğim bir şekil, aşina olduğum bir ses yoktu ortada. olsaydı bile nasıl anlatırdım ki? bir kahkahayı veya bir hıçkırık sesini nasıl tanımlar kelimelerle insan, hayatında hiç kahkaha veya hıçkırık sesi duymamış bir başka insana? (bu, cahil biriyle, ne bileyim, tolstoy konuşmak gibi mesela.)
internetten aratamadığım ve öğrenemeyeceğim bir bilginin var olduğu fikri beni o kadar rahatsız etti ki, eski usule başvurdum: bir büyüğe danışmak. birkaç yönlendirici soru ve cümleyle öğrendimki 17. kata gelen ses kurbağa sesiymiş. hayat gerçekten ne garip! eskiden annanemlere köye gittiğimizde su başında oynarken siğil yapar diye bucak bucak kaçtığım, siyah tombul yavrularının acımadan yollarını kestiğim kurbağalar, fantastik ve artık kaybolmaya yüz tutmuş bir şehir efsanesi gibi şehrin göbeğinde buldu beni. ve ne olduğunu bilmediğini itiraf edecek kadar yürekli birini bile rencide edebilecek bir cehaletle ben bir kurbağayı tanıyamadım. kurbağa yahu! yeşil, veya cinsine göre başka renklerde, hani öpünce prense dönüşen, zıplayan, yapışkanlı diliyle böcek avlayan, görenlerin kaygan ve nemli derisiyle midesini kaldıran, pörtlek gözlü yaratık hani? merak ediyorum da kaç kişi benim düştüğüm cehalete düşmezdi, bir kurbağayı sesinden tanıyabilirdi görmeden?
bugün kurbağayı tanıyamadım, peki ya yarın? bir martıyı bir güvercinden mi ayırt edemeyeceğim? veya bir karabatağı bir ördekten? ne bileyim insanı insandan mı seçemeyeceğim?
insan kusurlarını gözden geçirirken böyle bir ayrıntıya takılmaz. ama çok önemli değil mi bu ya? yalnız ve yalnız bana mı acayip geliyor..? sanırım bu daha da enteresan, eğerki yalnızca ben takıyorsam bunu kafama..
i
lk duyduğum akşam önce ne olduğunu anlayamadım bu sesin, nerden ve bir böcekten mi yoksa bir kuş sürüsünden mi geldiğini idrak edemedim. elim "google"a gitti ama ne deyip aratacağımı bilemedim, tanımlayabileceğim bir şekil, aşina olduğum bir ses yoktu ortada. olsaydı bile nasıl anlatırdım ki? bir kahkahayı veya bir hıçkırık sesini nasıl tanımlar kelimelerle insan, hayatında hiç kahkaha veya hıçkırık sesi duymamış bir başka insana? (bu, cahil biriyle, ne bileyim, tolstoy konuşmak gibi mesela.)
internetten aratamadığım ve öğrenemeyeceğim bir bilginin var olduğu fikri beni o kadar rahatsız etti ki, eski usule başvurdum: bir büyüğe danışmak. birkaç yönlendirici soru ve cümleyle öğrendimki 17. kata gelen ses kurbağa sesiymiş. hayat gerçekten ne garip! eskiden annanemlere köye gittiğimizde su başında oynarken siğil yapar diye bucak bucak kaçtığım, siyah tombul yavrularının acımadan yollarını kestiğim kurbağalar, fantastik ve artık kaybolmaya yüz tutmuş bir şehir efsanesi gibi şehrin göbeğinde buldu beni. ve ne olduğunu bilmediğini itiraf edecek kadar yürekli birini bile rencide edebilecek bir cehaletle ben bir kurbağayı tanıyamadım. kurbağa yahu! yeşil, veya cinsine göre başka renklerde, hani öpünce prense dönüşen, zıplayan, yapışkanlı diliyle böcek avlayan, görenlerin kaygan ve nemli derisiyle midesini kaldıran, pörtlek gözlü yaratık hani? merak ediyorum da kaç kişi benim düştüğüm cehalete düşmezdi, bir kurbağayı sesinden tanıyabilirdi görmeden?
bugün kurbağayı tanıyamadım, peki ya yarın? bir martıyı bir güvercinden mi ayırt edemeyeceğim? veya bir karabatağı bir ördekten? ne bileyim insanı insandan mı seçemeyeceğim?
insan kusurlarını gözden geçirirken böyle bir ayrıntıya takılmaz. ama çok önemli değil mi bu ya? yalnız ve yalnız bana mı acayip geliyor..? sanırım bu daha da enteresan, eğerki yalnızca ben takıyorsam bunu kafama..
Etiketler:
kurbağa,
kurbağa sesi,
şehir yaşantısı,
teknoloji
17 Haziran 2012 Pazar
çoğunlukla zararsız
sanırım adet bir giriş yapmak öncelikle, ben bir şeylere başlamak konusunda hep zorlanmışımdır üstelik, neresinden nasıl başlamalı, birine mi hitap etmeli okuyan olacakmış gibi, yoksa bir günlüğe yazar gibi ergen ergen mi anlatmalı?
anlatmak istediğim çok şey var gibi geliyor bazen, bir anlatmaya başlasam duramayacakmışım, susturulamayacakmışım gibi. yazmak, kendimi ifade etme isteğimin dışavurumu adeta, kitaplar, rüyalar ve hayallerle yaşayan bir düşperestin kağıttan veya buluttan arkadaşları yanında yoksa sosyalleşme isteğini gidermesi zor..yalnızlık yani kısaca.. oysa isteğim; lost adasının tadı, tardis’in içi, neverland’de bir gün. her şeyden biraz.. bir meraklının hevesi.
anılar biriktirmeyi seviyorum ben, minik resimler çekmeyi, bir kuşun gözlerinin içine bakmayı,bulutları izlemeyi, anlamsız şeylere anlam yüklemeyi; hayatta her şey kaçırılamayacak kadar güzel. insan başını kaldırıp birazcık minnacık da olsa etrafına baktığı zaman bunu görebilir, bir gu-guk kuşunun nasıl ilgiyle baktığını, bir kedinin oyun istediğini, bembeyaz pamuktan bulutların devinimlerini, yeni çiçek açmış bir ağacı, üzgün bir insanı, bir kahkaha sesini, uzaktan duyulan bir müziği.. kendimi durdurmasam ekleyebileceğim binlerce milyonlarca şeyi.. bir kere dikkat edince çevreye, kendini alamıyor insan ona dahil olma isteğinden. minnacık dünyasında içi içine sığmıyor.. önüne geçilemez bir sıkıntı alıyor yerini sonra ama, depresif bir ruh hali, her şey öylesine güzelken kötü olma duygusu, onulamaz bir bunalım ve en sonra da benim gibi anlatmak istiyor, anlatmak atmak içinden.
her zaman böyle değilim ama ben, bazen bir an geliyor bunalıyorum, sonra geçiyor, geçince de dünyanın en mutlu insanı ben oluyorum.
sonra bir de kitaplar var beni mutlu yapan.. kitapların sihirli fantastik dünyası, bir paralel evren. her şeyin bir dokunuşla değiştiği bir ütopya.. iyi, kötü, çirkin, gözalıcı.. depresif, mutlu.. annenin çocuğuna anlattığı bir peri masalı. alternatif bir dünya.. koşabildiğine uzaklaşabiliyor insan kendinden. ve gezmek.. bilinmeyen bir ülkenin sokaklarında merakla yürümek. bilinmeyeni bilmeye öğrenmeye bir macera. anlaşılmayan bir dilin tınısı..
tutkulu bir meraklının anıları.
öyle umuyorum en azından..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)