ayaklarımın altından yer çekildi sanki. dengemi kaybediyorum. bir kabusun içinde boşluklardan düşüyorum, babam elimden tutamıyor. esmer elleri, esmer gözleri, esmer dudakları yok artık. artık hiçbir şey eskisi gibi değil.
kederin ağlayamayacak kadar insanın içinde olması halini bilir misiniz? öyle anlar oluyor ki gözyaşlarım kalbimi ıslatıyor gibi hissediyorum. gözyaşları gözlerimden süzülmüyorsa bile içime akıyor, göğsüm sıkışıyor, midem yanıyor. başım.
ne demek babacığımı bir daha görememek. öyle gözümün önündeki neredeyse hissediyorum varlığını. koltukta ayaklarını toplamış oturuyor, tv’de belgesel açık. sessiz. bir şey söylesen cevap vermiyor. uzun upuzun bir marlbora yakıyor. kültablası ağzına kadar dolu. annem çoraplarını günlerdir çıkarmadığı için kızıyor. çok alıştım, sıcaklar çıkaramam diyor babam gülerek. ne demek bir daha demeyecek.
yazın balkonda oturuyor, salondaki televizyonu balkon camına çevirmiş. akşam. bir kadeh rakı, minnacık bir tabakta birkaç lokma meze, peynir, kavun, karpuz veya elleriyle incecik bulgura doldurduğu içliköfte.. film izliyor.
birlikte restorandayız, rakı söylemiş, bir de menüdeki en güzel şeyi sipariş etmiş, yayın mesela veya yılan balığı veya tazecik etten kavurma. benim gözüm hep onun tabağında. yıllar içinde o ne söylerse ben de ondan söyler oldum, söylemesem bile benim tabağıma koyardı zaten tabağında ne var yok. ne demek baban bir daha asla seni en güzel yerlere götürmeyecek, türküler açıp dağlarda ovalarda nehir ve göl kenarlarında gezdirmeyecek seni, ne demek o artık yok.
çok ufağım. babamın işten gelmesini bekliyorum. gelirken gazete kağıdına sarılı yeni rakının yanında bana da tüp çikolata getirecek..
uzaklarda babam, telefonla arıyorum. kısacık konuşuyoruz. hep aynı, iyiyim diyor. hastaysa, kötüyse bile iyiyim diyor. koşup gideceğim çünkü kötüyüm dese.