Sayfalar

18 Kasım 2014 Salı

babam..

babamı kaybettik.

ayaklarımın altından yer çekildi sanki. dengemi kaybediyorum. bir kabusun içinde boşluklardan düşüyorum, babam elimden tutamıyor. esmer elleri, esmer gözleri, esmer dudakları yok artık. artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

kederin ağlayamayacak kadar insanın içinde olması halini bilir misiniz? öyle anlar  oluyor ki gözyaşlarım kalbimi ıslatıyor gibi hissediyorum. gözyaşları gözlerimden süzülmüyorsa bile içime akıyor, göğsüm sıkışıyor, midem yanıyor. başım. 

ne demek babacığımı bir daha görememek. öyle gözümün önündeki neredeyse hissediyorum varlığını. koltukta ayaklarını toplamış oturuyor, tv’de belgesel açık. sessiz. bir şey söylesen cevap vermiyor. uzun upuzun bir marlbora yakıyor. kültablası ağzına kadar dolu. annem çoraplarını günlerdir çıkarmadığı için kızıyor. çok alıştım, sıcaklar çıkaramam diyor babam gülerek. ne demek bir daha demeyecek.
yazın balkonda oturuyor, salondaki televizyonu balkon camına çevirmiş. akşam. bir kadeh rakı, minnacık bir tabakta birkaç lokma meze, peynir, kavun, karpuz veya elleriyle incecik bulgura doldurduğu içliköfte.. film izliyor.
birlikte restorandayız, rakı söylemiş, bir de menüdeki en güzel şeyi sipariş etmiş, yayın mesela veya yılan balığı veya tazecik etten kavurma. benim gözüm hep onun tabağında. yıllar içinde o ne söylerse ben de ondan söyler oldum, söylemesem bile benim tabağıma koyardı zaten tabağında ne var yok. ne demek baban bir daha asla seni en güzel yerlere götürmeyecek, türküler açıp dağlarda ovalarda nehir ve göl kenarlarında gezdirmeyecek seni, ne demek o artık yok. 
çok ufağım. babamın işten gelmesini bekliyorum. gelirken gazete kağıdına sarılı yeni rakının yanında bana da tüp çikolata getirecek..
uzaklarda babam, telefonla arıyorum. kısacık konuşuyoruz. hep aynı, iyiyim diyor. hastaysa, kötüyse bile iyiyim diyor. koşup gideceğim çünkü kötüyüm dese.

babam gözümde hep yaşlı bir adamdı. hassas, kırılgan, kendine hiç dikkat etmeyen. içimde hep onu kaybedebileceğim korkusu olurdu. hastalandığında, yola çıktığında.. ve ben hep ona ne kadar ihtiyacım olduğunu düşünürdüm. çocukluğumun kahramanı, zor günlerimde dayanağımdı. çok bunaldığımda onun yanına kaçardım. çünkü ona açıklama yapmak zorunda değildim, acıyı da sevinci de olduğu gibi kabul eder sorgulamazdı babam. hiç sevinçten havalara uçtuğunu ya da acıdan yataklara düştüğünü bilmiyorum. her şeyi olduğu gibi kabul ederdisessizdi de çok, birkaç kadeh içince neşelenirdi. türküler söylerdi, espriler yapardı. elifcan derdi bi de bana küçüklüğümden beri hiç elif demezdi, elifcan bir gazete alıp gelsen, bir çay koysan da içsek olmaz mı derdi. çok neşeliyse sonradan gelen elif derdi, kabileye son katılan. takılırdı, naz yapardı, surat asardı bana. 
şimdi hem çocukluğum, hem yaşlılığım yetim kaldı..
benim aklım bu yokluğu almıyor. ne demek baban artık yok? nasıl olmaz babam? artık şu köşede ayaklarını altına alıp oturmayacak mı bütün oda dumanaltı, mutfağa gelip gidip bir parça yemek yemeyecek mi, kelle aldım paça yaptım koş gel demeyecek mi, soruları cevapsız bırakmayacak mı benim babam artık, yürümeyecek mi sokakta, uyumayacak mı, uyanmayacak mı, solumayacak mı, konuşmayacak mı, susmayacak mı..

benim babam iyi, çok iyi bir adamdı. cenazesi öyle kalabalıkmış ki her yerden insanlar gelmiş, evimizden camiye omuzlarında taşımışlar babamı, cami almamış kalabalığı sokakta kılmışlar namazını.. 
mezarlığa götürmüşler, üzerine toprak atıp orda bırakmışlar..

umuyorum dedikleri, inandıkları gibi bir şey değildir ölüm. öyle kıyamete kadar kabirde.. umarım bir başka hayattır.
varşova'ya tekrar dönerken hava kararmadan hemen önce dışarı baktım. buluttan bir denizin üzerinde uçuyor gibiydim. sanki bitmek bilmeyecek bir beyazlıkla kaplanmıştı evren ve ben yumuşacık pamuktan bulutların üzerinde süzülüyordum, kanatlarım ruhum kadar özgür çırpınıyor.. sonsuzluğu düşünüyor insan, var mıdır bilemiyor.. biliyor olmadığını da, işine gelmiyor.. 
çünkü ben düşünmek istiyorum ki, babam şimdi başka bir evrende özgürce gönlünce yaşamaya devam ediyor.
seyahatlere çıkıyor, kelle yiyor, paça içiyor, at yarışı oynuyor, çocukları uzun marlbora ve yeni rakı almaya gönderiyor bakkala, bardağına göre bir ya da bir buçuk şekerli çayını içiyor, balık tutuyor, uyukluyor, belgesel izliyor, ava çıkıyor, yeşil pasaportuyla övünüyor, pulları en arka sayfaya yapıştırıyor.. benim görüp de hayran kaldığım bu bembeyaz ummanı ve uzakta çok uzakta pembe gün çizgisini o da görüyor ve hayran kalıyor.. gece yarısı eve dönerken arabayı yol kenarına çekip yıldızları gösteriyor babam belki de şimdi orada. bak diyor şu bilmemne yıldızı, şu uzaktaki de bir başkası.. ne güzel bu dünya, ne çok seviyorum yaşamayı diyor belki de. keşke..
bilebilsem keşke. kalbim orada öylece karanlıklarda yattığına inanmıyor. benim babam gönlünce bir başka evrende yaşıyordur şimdi. belki beni de görüyordur, belki görmüyordur, belki şimdi bambaşka bir adamdır, bizi tanımıyordur.. mutlu olsun, olsun da gerisi çok önemli değil.

kavuşacak mıyız bir gün acaba? bugün, şimdi ölsem mesela kavuşur muyum babacığıma acaba? kollarını açar sen niye geldin der mi.. sarılırım, öperim öperim esmer yanaklarından.. veya gelecekte bir gün, kavuşacak mıyız babacığımla? görebilecek miyim bir kez daha, affet beni gelemedim, yetişemedim, gitme dedin gittim beni affet diyebilecek miyim, sensiz hayat hiç güzel değil keşke hiç ölmeseydin yüz yıl bin yıl yaşasaydın ama neyse boşver bunları babişkom kavuştuk ya diyebilecek miyim.. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder