Sayfalar

2 Temmuz 2014 Çarşamba

prağ 2/2


öyle bir insansız sessizlik var ki sanıyorum zaman durdu, dünya artık dönmüyor ve burada, bu şehrin bu sokaklarında yalnızca bir hafif rüzgar, bir şarkı söyleyen kuşlar, bir de ben varım. eski, uzun, yemyeşil ağaçların ortasında uzayıp gidiyor yol, bir patikadan az geniş. bomboş etraf, çıt çıkmıyor: huzurlu bir sessizlik.

gittiğim yerin adı vysehrad. burası çıldırmış turist kalabalığından çok uzak, bir o kadar
da güzel bir kale. ulaşım metroyla vysehrad durağından veya merkezden 3, 7, 17, 18, 21 ve 24 numaralı tramvaylarla sağlanabilir. kalenin girişi ücretsiz. içinde rengarenk kapılarıyla törenlere sahiplik eden bir katedral, parklar, anıtlar, mezarlar, surlardan şehir manzarası, heykeller, yürüyüş yolları her şey var. yemyeşil, tertemiz, dik bayırlı, uzun merdivenlerle dolu, kocaman ama kocaman bi yer olduğunu söylemiş miydim? birkaç saatte çıkmanız pek mümkün değil, iyisi mi pikniğe gider gibi gidin siz buraya, içinde birkaç tane kafe de var tabi dilerseniz.

söylentilere göre burası dik kayalıkların üzerine taa 8. yy'da inşa edilmiş, lakin son halini bulması 17. yy'ı
bulmuş. ee kaleyse kale, her yer kale dolu değil mi diyorsanız, kaleyi özel yapan bir şey söyleyeceğim: charles köprüsü heykelleri! yukarılardan inerken brick gate'in hemen dibindeki gorlice girişi 60 kron olan bir sergi alanı. bu alana ulaşmak için daracık, karanlık, rutubetli mahzen koridorlarından yürümeniz gerekiyor. kendi kendinize yapacağınız iş değil tabi,yanılmıyorsam saatte bir kalabalık toplaştıkça, elinde ışığı önden önden yürüyen rehber bu karanlık koridorlardan loş bir galeriye götürüyor sizi. ben saati gelen grubu birkaç dakikayla kaçırmış bulundum, bileti aldığım kadın koşun yetişirsiniz dedi ağır demir kapıyı kocaman bir anahtarla açıp beni karanlığın içine doğru iterken, allahım belki yalnızca 15-20 metre önümdelerdi ama öyle karanlıktı ki içerisi adımlarım toprak zeminde güm güm ses çıkarıyordu koşarken ama ben hiçbir şey göremiyordum, müthiş korkmuştum elbet.
galeride charles köprüsü üzerinde bulunan tüm heykellerin asılları sergileniyor. sahte olanlarını gün ışığında prag manzarasında görmek "ha güzelmiş" demek başka, kanlı canlı bu yarı karanlık, serin, ürkütücü mahzende görmek bir başka. şiddetle tavsiye ediyorum.
kaleden çıktıktan sonra civarda kısa bir yürüyüş yapmayı unutmayın, şehrin kalabalığından uzak sessiz sokaklar, ucuz minik kafeler, belki daha önce bahsettiğim zizkov'daki meşhur apple strudelciye doğru da gidersiniz, ancaak memleket şartları çetin, yollar uzun; yorulacağınızın garantisi ise benim :)


günün ikinci durağı şehrin en işlek bulvarına; wenceslas'a. tramvaya binip narodni trida'ya gelin. burdan
yürüye yürüye mustek'e. bulvar pek bir şey vaadetmiyor lakin, istiklal caddesi ne ise burası da o. alışveriş, kafeler her şey var. minik büfelerden birinde kızarmış peynirli hamburger yemeyi unutmayın, içecekle beraber ortalama 75 kron.

günün yorgunluğunu atmak için prag'daki son durağıma, henüz ayağımı basmadığım zofin'e geçiyorum vodickova caddesinden tramvay yolunu takip ede ede karlova namesti'ye çıkarak. zofin, vltava nehri üzerindeki iki minik adadan biri olan slav adası'nda. ada dediğime bakmayın adam boyu bir minik park. ama ben parkları ne çok severim! zofin'i de seviyorum. burada şu pedallı sandallardan da var nehir boyu gezmek isterseniz, ben bir başıma olduğum için es geçiyorum elbette.
sonrası gün batarken charles köprüsü'ne paralel most legii'den şehre son bir kez bakmak.. charles köprüsüne doğru adımlarım hızlanırken nedensizce çok sevdiğim kampa park'a da uğruyorum son defa; taze biçilmiş çimenler, ağaçların rüzgarda sallanışı ve incecik de bir yağmur başlıyor, tatlı bir toprak kokusu dolduruyor havayı..
sonra charles köprüsü; gri-pembe bulutlar eşliğinde şehre bir de ordan bakıyorum yarısına kadar yürüyüp, o tatlı ılık yağmur üzerimde, duvarlardan birine tüneyip kokluyorum havayı; şehir büyülüyor beni. geri dönüp köprünün sağ yanından aşağı iniyorum, komşu birkaç ev nehirden ayrılan kanalların iki yanında yüzleri birbirine dönük bakışıyor gibi geliyor, çiçekler de mi var üzerinde sanki?
sonra neruda caddesinden kaleye çıkıyorum, loş ışıkta bir kez daha görmek istiyorum oraları, bu sefer kaleye

değil hradcany yönüne yürüyorum, arnavut kaldırımlı sokaklar boş, evler saraylar ve restoranlar. kaleye dönüp karanlık çökene kadar bakıyorum da bakıyorum. çok güzel.

böylece prag rehberinin de sonuna gelmiş bulunuyorum. yılbaşı öncesi aklımda bu şehir var, bir de kışın görmek lazım oraları diyorum içimden.

bratislava ve ardından viyana'da görüşmek üzere :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder