kaleyi, malostranska tarafına inen uzuuun merdivenlerden terk ediyorum. gitmek istediğim ikinci yer kafka
müzesi. klarov caddesinden dümdüz aşağı indiğinizde nehre paralel giden ilk sokaktaki (cihelna) müzenin girişi 180 kron. ben nedense dibine kadar gelmişken bir son dakika kararıyla girmekten vazgeçtim. yalnız bahçede yer alan işeyen adam heykellerini görmeden geçmemenizi tavsiye ederim.

ve işte şimdi size bir sır: dünyanın en dar sokağı! kafka müzesinden çıkınca yolu sağa doğru takip ettiğinizde solunuzda göreceksiniz onu. bu sokak nehir kıyısında bir restorana iniyor, daha doğrusu restoran sayesinde burası artık bir çıkmaz sokak olmuş. sokağın bir başından girerken düğmeye basmanız gerekiyor, böylece yaya ışığı yolun dolu olduğunu göstermek için kırmızıya dönüyor, yol boş ise ışık tabiiki yeşil yanıyor. başka da bir numarası yok tabii :)
günün yorgunluğu beni yavaş yavaş ele geçirirken
sevgili prag gençliğine sevgimi artıran bir yere: john lennon duvarı'na gitmek istiyorum. burası lennon vurulduktan sonra praglı gençlerin lennon'a sevgi ve saygılarını ilettikleri bir anma duvarı. biraz karmaşık gibi görünen bir yolun sessiz sakin, ağaçlar altındaki huzurlu bir köşesinde duvar karşımda. (charles köprüsü kulesini kesen lazenska'dan girip, soldaki kiliseyi geçtiğinizde arka taraftaki meydan: velkoprevorske namesti) 80'lerden beri yazıla çizile lennon duvarı olmaktan biraz çıksa da hala anısına bir mum yanıyor yerde, bu da bana yetiyor.

manevi hislerden memnun, biraz dinlenmek için kendimi kampa parkı'na bırakıyorum. burada yeni biçilmiş mis kokulu
çimlerin üzerine uzanmış, mavi gökyüzüne bakarken aklıma nedensiz bir şarkı düşüyor: itchycoo park. köprünün öte yanındaki parkta gözlerimde yeşil gölgelerle hayallere daldım, diyor şarkı -kelimesi kelimesine demese de-, orada saklandım ve bu parkın güzelliğine ağladım.. sonra, diyor, oraya seninle de gitmek isterim çünkü orada saklanabilir ve gökyüzüne dokunabiliriz. duygular duygular :)
yandaki resimse minik, samimi kampa parkı'ndan değil maalesef; lennon duvarı'ndan kampa parkına giderken geçeceğiniz köprüden bir enstantane :)

kampa parkı'ndan çıkınca nehir yönünün tersine "komünizm kurbanları anıtı"nı görmek için petrin'e doğru yürüdüm. komünizmle benliği parçalanan insanı anlatan metal heykeller insanın içinde bir yere dokunuyor.. verdiği mesajla birlikte heykelin buz gibi siyah bir metalden yapılmış olması anlamını kuvvetlendiriyor bence. insanın içini yabancılaşmanın ve parçalanmanın soğuk hissi sarıyor..

tepedeki petrin'e gitmek için fünikülere binmek gerekiyor, çünkü yol dik ve uzun. fünikülerin iki durağı var: nebozizek ve petrin. biz son durakta iniyoruz. durağın hemen dışında dönümlerce, kendi kokusundan baygın rengarenk gül bahçeleri..sadece güller, yemyeşil ağaçlar, altlarında bembeyaz ahşap banklar (en üstte), kuş sesleri, gökyüzü ve siz. cennetin bir tasviri. biraz ileride metalik gözlem kulesi, minik bir kilise ve bir ortaçağ kalesi görünümündeki aynalı labirent.
aynalı labirentin girişi 75 kron (yaklaşık 3 euro). çocukça şeyleri sevmiyorsanız bile burayı seveceksiniz. aynalı labirentin koridorlarında yürürken yüzlerce siz etrafınızı saracak, sonra aynalı odaya geldiğinizde aynaların ironisi istemeseniz, kendinizi zorlasanız bile yüzünüze o gülümsemeyi konduracak. bir devleşip bir cüceleşirken, ayaklarınız tavana kadar uzayıp kollarınız minicik görünürken kendinizi hayal edin.. aynalı labirent giriş ücretinin çok üzerinde eğlence vaadediyor.

böylece "uzun da uzun, hiç okuyamıyoruz" diyenler sebebiyle bin beş yüz seksen yedi bölümden oluşacak prag rehberinin ilk gün ikinci bölümü de burada son buluyor, sabrettiyseniz teşekkür ediyorum, sabredemiyorsanız da canınız sağolsun; dev çantamı alıp gidiyorum, görüşmek üzere :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder