Sayfalar

31 Ekim 2013 Perşembe

profesyonelce

"anlatacaklarım size inanılmaz gibi gelebilir, oysa bütünüyle gerçek"


salon yine tıklım tıklım. ne bulacağımı biliyorum, 3. defa buradayım: 10 dakika sonra ışıklar kararıp, sahneden daktilo sesleri yükselecek ve o tanıdık, tatlı ama buruk his yükselecek içimden..
yetkin dikinciler ahenkli sesiyle konuşmaya başlayacak: "..annem teja derdi bana, bir de dostlarım.. dostlarım varken.." sonra bülent emin yarar girecek sahneye; eski bir dosta kavuşmanın sevinciyle yüzü kızaran yoldaş luka! bir elinde hatıralarla dolu bir koca bavul, diğer elinde unutulmuş bir geçmişi taşıyan evrak çantası.. sonra ne hayaller ne hayal kırıklıkları..

19 Ekim 2013 Cumartesi

prag, prague, praha: 1/2

kaleyi, malostranska tarafına inen uzuuun merdivenlerden terk ediyorum. gitmek istediğim ikinci yer kafka
müzesi. klarov caddesinden dümdüz aşağı indiğinizde nehre paralel giden ilk sokaktaki (cihelna) müzenin girişi 180 kron. ben nedense dibine kadar gelmişken bir son dakika kararıyla girmekten vazgeçtim. yalnız bahçede yer alan işeyen adam heykellerini görmeden geçmemenizi tavsiye ederim.

ve işte şimdi size bir sır: dünyanın en dar sokağı! kafka müzesinden çıkınca yolu sağa doğru takip ettiğinizde solunuzda göreceksiniz onu. bu sokak nehir kıyısında bir restorana iniyor, daha doğrusu restoran sayesinde burası artık bir çıkmaz sokak olmuş. sokağın bir başından girerken düğmeye basmanız gerekiyor, böylece yaya ışığı yolun dolu olduğunu göstermek için kırmızıya dönüyor, yol boş ise ışık tabiiki yeşil yanıyor. başka da bir numarası yok tabii :)

günün yorgunluğu beni yavaş yavaş ele geçirirken
sevgili prag gençliğine sevgimi artıran bir yere: john lennon duvarı'na gitmek istiyorum. burası lennon vurulduktan sonra praglı gençlerin lennon'a sevgi ve saygılarını ilettikleri bir anma duvarı. biraz karmaşık gibi görünen bir yolun sessiz sakin, ağaçlar altındaki huzurlu bir köşesinde duvar karşımda. (charles köprüsü kulesini kesen lazenska'dan girip, soldaki kiliseyi geçtiğinizde arka taraftaki meydan: velkoprevorske namesti) 80'lerden beri yazıla çizile lennon duvarı olmaktan biraz çıksa da hala anısına bir mum yanıyor yerde, bu da bana yetiyor.

7 Ekim 2013 Pazartesi

prag, prague, praha

her köşeden sivri kuleler tehditkar biçimde yükseliyor, heykeller eski ve aşınmış yollara düşen karanlık gölgelerin tek hakimi, nehir delicesine bir hızla önüne düşen ne varsa sürükleyip götürüyor, gözünüze bir an neşeli görünen bir şey bir diğer an içinizi sıkıyor; şehir akıyor, değişiyor ama bir yandan da tamamen aynı kalıyor. ve işte bu hal beni hayran bırakıyor.

prag belki rakipsiz bir şehir değil, belki muhteşem bir şehir bile değil ama kesin olan bir şey var ki insanı çarpıyor. aniden gelen bir tokat gibi hazırlıksız yakalıyor insanı, tepkiler birbirine karışıyor, insanın aklı allak bullak oluyor. önce "hayran mı olsam burun mu kıvırsam" diye düşünüyorsunuz, "bunun gibi başka şehirler de görmüştüm" diyorsunuz kendinize "yoksa görmemiş miydim?". bu şehir hem tüm diğer şehirler gibi hem de benzersiz. hem çok güzel hem çok eksik. bir an şaşırtıcı sonraki ansa.. tanıdık.

bu şehrin verdiği ilk his: deja-vu. daha önce buradaydınız, burada gibiydiniz, burada değil miydiniz?

insanın içinde yaşattığı o uzak diyar, işte, belki de prag'tır, bilemiyorum :)

1 Ekim 2013 Salı

doğum günü

"doğum gününe gelemem" diye yazıyor tarla bülbülü minik arkadaşı rae'ye: "çünkü senin doğum günün yok; sen hep vardın, hiç doğmadın ve hiç ölmeyeceksin." ve görünmez bir yüzük ekliyor mektubuna, birbirini seven diğer insanlar arasında sonsuza dek el değişterecek sevgiden yapılmış bir yüzük. sonra sonu gelmeyen bir kutlamanın içinde buluşmak üzere veda ediyor arkadaşına.

bu sene biten eylülle gelmedi mektubum.

ve van gogh kardeşine yazıyor bir mektup, "insanı kendi içinde kapalı tutan, çevresine aşılmaz duvarlar ören şey nedir her zaman bilinemez, ama yine de birtakım parmaklıkların, kapalı kapıların, duvarların varlığını hissederiz" diyor önce, sonra soruyor "insanı bu esaretten kurtaran nedir bilir misin?" çok derin ve ciddi bir sevgidir elbet. "adeta sihirli bir güçle hapishanelerin kapısını açan işte budur. bu olmadı mı insan ömür boyu hapiste yaşıyor."

sanırım ben hapishanemde yaşayıp gidiyorum farkına bile varmadan. 

eylül bitip ekim ayı başlarken beni bambaşka bir ruh hali sarıyor: daha mutsuz, daha az sevecen. çünkü ekim demek, bir yaş daha yaşlanmak demek benim için. ve henüz hayatta istediğim, arzu ettiğim, elde etmeyi umduğum şeyleri yapabilmekten bu kadar uzakken bir yaş daha yaşlanmak bana haksızlık geliyor.

işte fırsat. yeni yaşım hepsinden daha kutlu olsun. bir yaşı daha boşa geçirmemeyi diliyorum mumlarımı üflerken.


teşekkürler. sevgiyle.