Sayfalar

26 Eylül 2013 Perşembe

salzburg 2


meydanda büyük bir altın top, bu altın topun üzerinde dikilen bir adam, altında devasa bir satranç takımı. güneşten cayır cayır bu geniş meydanda hediyelik eşyalar satan tezgahlar sıra sıra dizilmiş. karşıda hohensalzburg şehrin her yerinde olduğu gibi burada da tepeden sizi izliyor. kendisine çıkan taş sokakta füniküler yolcularını beklemekte. füniküleri kullanarak kaleye çıkmak kalenin bileti de dahil 11 euro ve sizi temin ederim gördüğüm kaleler içinde parasını kuruşu kuruşuna hak eden tek kale.

finüküler yolcuğunu kısa sürede tamamlıyor ve sizi kalenin içine kadar götürüyor. isterseniz ve gözünüz yerse kaleye çıkan yolu yürüyebilirsiniz de (ortalama 20 dk, yokuş yukarı).
kalenin ilk manzarası muhteşem. ayaklar altında salzburg. sadece şehrin çatıları değil, gezilip görülecek her yer, her bir meydan, her bir kilise, her bir sokak, nehir, nehrin üstündeki köprülerden akıyormuş gibi görünen insanlar, şehrin etrafını saran yemyeşil dağlar, yeşilin içine kondurulmuş evler.. kalenin iç avlusuna çıkan merdivenlerin her basamağı ayrı bir manzara sunuyor. en son basamaksa serinliğe çıkıyor.  hemen sağda bir minik müze var; kuklalar. 1800'lerden bugüne gösterilerde kullanılmış kuklalar, büstler. bazıları öylece dururken bazıları bir hikayenin parçası olarak sergilenmiş. hareketli, müzikli minik minik gösteriler. öyle "ya bizde de böyle bişiler vardı yahu, koyalım dursunlar şurda" değil yani. yaşayan bir tarihin parçası olarak. hem sergilenişleri bakımından, hem seyirlik olmaları bakımından on üzerinden on.

iç avlu iki yaşlı ağacın gölgesinde oturan insanlarla dolu. iç avluya bakan ve bir zamanlar kimbilir kimlerin
içinde yaşadığı minik evlerle çevrili. bu evlerde hala insanlar yaşar mı hala bilemiyorum ama pencerelerinden tatlı tatlı rengarenk sardunyalar sarkıyor, insanın ruhunu okşuyor.
meydanın sol yanında kalenin yaklaşık 2 bin yıl kadar önceki temeli yatıyor, devasa ekranlar artık birkaç parçası kalmış bu temelin yüzyıllar içinde nasıl şimdiki haline geldiğini gösteriyor. biraz sıkıcı gibi gelse de tarihi henüz olurken izlemek gibi tatlı bir his de sarmıyor değil insanı.

kalenin müzesi ayrıca çok başarılı. birkaç odayı geçince bir demir orduyla yüz yüze geliyosunuz. demir askerler, demirden kılıçları, okları, gülleleri ile ülkelerini korumaya hazır ve de nazır bekliyorlar. müzenin pencerelerinden kalenin surlarına, kulelerine veya şehre baktığınızda pencerelere çizilmiş suretlerini görüyorsunuz, böylece şu uzakta görünen kilise hangisi, şu kulenin adı nedir gibi meraklısına yönelik bilgiye hoop ulaşıyorsunuz da. müze de genel olarak çini işlemeli dolaplar, silahlar, müzik aletleri gibi şeyler sergilense de sıkıcıdan ziyade ilgi çekici kelimesini ben buraya layık görüyorum. bunun birinci nedeni gösterilen özen, ikincisiyse sıkıcıyı "işte budur"la birleştirmekteki başarıları.

biletiniz dönüş yolunda da füniküleri kapsıyor. ama kaleye bir daha çıkmaya vakit bulamayacağınızı varsayarsak her bir karesinin tadını çıkarmadan, salzburg'un çatısına uzun uzun bakmadan o fünikülere binmemenizi tavsiye ederim :)
ilginç bir şey daha. fünikülerle indiğiniz yer kendi içinde bir sergi. gürül gürül akan bir minik derenin sularından

oluşturulan minik göletin içinde devasa balıklar yüzüyor, bir değirmen köşede suları döve döve dönüp duruyor. istasyonun içinde ünlü salzburg tuzunu ve diğer değerli madenleri çıkaran işçilerin, salzburg köylülerinin minik temsilleri oynuyor camekanlar içinde. bir de kolyedir yüzüktür satan bir shop var ki, fiyatlar akıllara zarar, hızlanarak uzaklaşınız.

fünikülerden inip dev altın toplu meydana geri döndüğünüzde sol yanda ilk bakışta pek de göze çarpmayan bir kilise göreceksiniz: st peter. bu kilisenin ne özelliği var derseniz, cevabını eteklerine kurulduğu kayalıkları, pesbembe ve kıpkırmızı çiçekleri dallarından taşan ağaçlar eşliğinde mezarlıklarla çevrili bu gotik kiliseyi görünce alacağınızı söyleyerek ardımda bir de gizem bırakmak istiyorum :)

şimdi diyebilirsiniz ki "kardeşim koskoca şehirde 2 kilise 1 de müze mi var sadece?" şehirde müze de çok kilise de, lakin ben gezmedim, ününü duyduklarım içinden tavsiye edeceğim: residenz veya modern sanatlar müzesi. zorlamayın başka da bişi yok, gidin mirabell garten'de oturun, nehir kıyısında bir kahve için, keyif yapın :)

bu yemyeşil, sakin, minik şehirde yapacak belki daha da fazla şey vardır, belki anlattığım kadar bile yoktur. ama her anı, her sokağı, kilisesi, müzesi, havası suyu her şeyi biraz huzur için görülmeye değer.
salzburg'dan linz'e oradan da prag'a öylesine mutlu ayrıldım, bir daha geri dönme umudu ile :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder