Sayfalar

14 Eylül 2013 Cumartesi

hep kendine çalışmak

ne kadar sorumsuz bir blog yazarıyım! bir süredir yazma isteğimi kaybetmiş idim, hayatımdaki diğer her şey gibi "yeağ şimdi zaten kim takıyor ki zaten beni" hissiyatında salzburg'un ikinci bölümünü bile yazmaya gitmedi elim. ilkinden bugüne hem çok az, hem de çok fazla şey oldu. ama bunlar hep bahane tabi. az da olsa kalbim kırılması diye merak edip okuyanınız var ise, işte gerekçem:

uzun upuzun kararsızlıklar, sınavı geçemiycem, beni zaten mülakattan geçirmezler, benim iş olmaz'lardan sonra işte burdayım: öğrencilik hayatıma geri döndüm.

4 senelik lisanstan sonra kör topal bürokrasisiyle ilerleyen sevgili okulumdan başka hiçbir yer kafamda yoktu. bir gönül bağı, bir alışkanlık, bir vazgeçememezlik hissettiğim açık. yds'den aldığım heves kıran puandan sonra yüksek lisansa kabul edilmem için gerekecek dil puanını alamayacağıma kendimi büsbütün inandırmıştım da. lakin öyle olmadı. oldukça kolay olan sınavı, pek de iç açıcı olmayan bir puanla geçtim. mülakattansa,özellikle mülakattan çıktıktan sonra, geçemeyeceğime adım gibi emindim. şöyle ki:

mülakatın yapıldığı salonun önünde yaklaşık 20 kişiyle 3 saatlik bekleyişin ardından sıra yavaş yavaş bana geliyordu. ilk aday 25 dakika sonra kıpkırmızı bir suratla dışarı çıktı, onun ardından ikinci aday 30 dakika sonra gözyaşları içinde salonu terk etti. 3. aday içerde 10 dakika kaldı, 4.sü 20 dakika sonra hararetli bir tartışmadan çıkmış sinirli adamlar gibi nefes nefese kendini aramıza attı. ben, bana destek olmaya gelen iki yakın arkadaşım, adaylardan biri olan lisanstan sınıf arkadaşım, orada tanıştığımız bir başka aday arkadaşla kapı civarında içerisi hakkında yorum ve geyik yaparak bekliyorduk. içerden çıkanların anlattıklarına göre, genel olarak klasik "neden yüksek lisans, neden bu bölüm" şeklindeki soruların yanı sıra manasız konularda da soru yağmuruna tutulmuşlardı. beraber beklediğimiz aday arkadaş içeri girdiğinde içerden kahkaha sesleri yükseliyordu, benimse umutlarım söndükçe sönüyordu. gerginliğimin had safhaya ulaştığı yerse benden önceki son kişinin içeri girmesiyle doruğa ulaştı.

sonra sıra bana geldi. anahtarı çevirdim, içeri girdim. uzun bir masanın karşı tarafında 3 hoca gözlerini bana dikmiş bekliyorlardı. başımı dik tuttum geçtim oturdum karşılarına, "anlat" dediler, ağzımdan deli saçması bir hayat özeti döküldü. "ben, mezun, kitap, sevmek, yurt dışı, yoksulluk" falan derken hocalardan biri "peki madem çok seviyorsun okumayı, anlat bakalım klasiklerde yoksulluk nasıldır?" deyiverdi. zavallı iktisatçı aklım klasikler deyince adam smith'lere, ricardo'lara, mill'lere gitti. başladım anlatmaya. hemen durdurdular: "ingilizler değil, ruslar? rus klasikleri? dostoyevski mesela?". kısa bir haaa ardından, kafam hep ingiliz edebiyatında, dickens'ın kitaplarında, bölük pörçük "öyledir, böyledir" dedim. aralarında bakıştılar, konu değişti. "pekii günümüzde yazılabilir mi böyle romanlar" diye sordular. düşünmedim bile, evet dedim. neden yazılamasın ki? tanımlar, kriterler, nitelikler değişse de insanlık var oldukça toplumsal olayların bileşenleri değişmez ki.
cevabımı beğenmediklerini yüzlerinde görebiliyordum. sonra "hangi alanda çalışmak istiyorsun?" dediler, kafamda dönüp duran tek konu "sürdürülebilir yoksulluk" idi. lakin ironiyi anlamadılar. "nasıı yağni yoksulluk sürsün müüğ?" dedi kadın hoca. öyle değil dedim, anlattım, pek anlamış görünmüyorlardı, senin dediğin yoksulluğun yönetilmesi dediler, değildi, bir şey demedim.

sonradan "hoşt deyince hav diye yapıştırsaydım ya cevabı" diye kendimi yiyip bitirdiğim mülakatım berbat geçmiş gibiydi. lakin belliki o kadar da kötü değilmiş, belki 100 değil ama 80'i kaptım. sonrası sen sağ ben selamet.

şimdi birkaç gün sonra başlayacak okulun gerginliği var üzerimde. ama en nihayetinde iyi hissediyorum. kendine yatırım yapmanın kötü veya eksik bir yanı yok. hele insan öğrenci kafasından hiç çıkamıyorsa, niçin kendini buna adamasın?
bir yüksek lisans bir doktora bir ikinci üniversite, kapıları açmaz mı? ben de ismimin önüne bir "doktor" ünvanı alsam çok mu?




2 yorum:

  1. Yorum teşvik edicidir ama yazılmamış olması okunmadığı anlamına gelmez. ''doktor'' ünvanını almanızı dilerim, başarılar.

    YanıtlaSil
  2. okuduğunuz için teşekkür ederim, ben de öyle umuyorum, sağolunuz :)

    YanıtlaSil