Sayfalar

27 Nisan 2013 Cumartesi

porto 2


iki yakayı birbirine bağlayan dom luis köprüsü, eiffel'in bir iş arkadaşı tarafından tamamen metalik olarak tasarlanmış. üzerinden yalnızca metro, altındansa sadece arabalar geçiyor. katedralin arkasında kalan yol direkt olarak köprüye bağlanıyor. baştan beri kurduğum şeytani planımı işletiyorum: karşıya yukarıdan yürüyüp, geriye aşağıdan dönücem. köprüden geçmek biraz zaman alıyor. bir yandan aşağıda porto'nun sıra sıra evleri, öte yandan uzun şarap mahzenleri: iki yanda iki ayrı manzara, yemyeşil tepeler, minnacık insanlar, nehir, şehir. metro yolundan bir o yana bir diğer yana yürüyüp hiçbir şeyi kaçırmamaya çalışıyorum.
köprünün sol yanında dolaşmaya üşendiğim bir katedral daha var: serra do pilar. bana nedense londra'daki globe theatre'ı hatırlatıyor, ortaçağa özgü bir havası var. mutlu anılarla dolu kafamı sallayıp aşağıya inişi düşünüyorum. yürümek ya da yürümemek, işte bütün mesele bu.

param bol olduğundan yürümek yerine teleferiğe binmeye karar verdim. tek yön 5 euro, biletle beraber bir de  şarap mahzenlerinden birinde beleş şarap tadımı hediye ediyorlar. teleferiğin pek taraftarı yok, birkaç ingiliz amcayla beraber bir kabine atlayıp şehrin üzerinden kayarak aşağı indik.



şarap mahzenleri o kadar çok ki karar vermekte zorlanabilirsiniz. ben de aynı kararsızlığı yaşarken teleferikteki ingiliz amcaların konuşmalarını hatırlayıp en eski ve en
ünlü olan taylor'ı tercih ettim. mahzende napıcaz yahu ne alakası var diyorsanız, şöyle açıklayayım: porto şarabı, yalnızca duoro vadisinde kendiliğinden tatlanıyor, bu özel şarabın anavatanı burası. taa merkantalist dönemden beri porto üzerinden ingiltere ile bunun ticaretini yapıyorlarmış. ingiltere'den kumaş alıp, karşılığında porto şarabı gönderiyorlarmış. bu limana gelip mahzenleri gezmemek??! mahzenler umurunuzda değilse bile 3 euroya 3 çeşit şarap tadacaksınız hiç değilse bunu bilin.

mahzen turları 30 dakikada bir yapılıyor; şarap tadımı, bir rehber eşliğinde mahzenlerin gezilmesi, porto şarabının tarihine bir bakış, şarap çeşitleri, nasıl yapıldıkları, neyle ne zaman içilmeleri gerektiği, şişeler açıldıktan sonra ne kadar zamanda tüketilmeleri gerektiği gibi bilgilerin verilmesi ve yeniden şarap tadımı şeklinde bir seyir izliyor.

temel olarak 3 çeşit porto şarabı var. ilk denediğim cheap dry white akdeniz yemeklerinin yanında güzel giden, fazlaca tatlı olmayan, hafif baharatlı bir şarap. tur bitiminde rehberin bir teste tabi tutarak denettiği iki şarapsa tatlı-kırmızı ruby ve tawny vintage. iki şarap da yemek öncesi içiliyor ve ikiside fazlaca tatlı,
biraz da vişne tadında.

tatlı içkilerin tam olarak yapması gereken şeyi yapıp farkettirmeden
çarpıveriyorlar. mahzenlerden dönüşte dar, taş yollardan aşağı inerken kafanızı dik tutmayı unutmayın, bu nefis tatlı şarapların etkisiyle sık sık oturup hayallere dalma isteğiyle dolabilirsiniz.
eve götüreceğiniz şarapları gezdiğiniz mahzenlerden alabilirsiniz. ben şaraplarımı hemen aşağısındaki bir diğer mahzen olan croft'tan aldım. şarap fiyatları vintage'lar için çok yükseklere çıkabiliyor. ben ikisi de yıllanmış bir ruby ve bir tawny için 28 euro ödedim. fakat daha ucuza almanız da mümkün.
mahzenlere çıkan dolambaçlı yollardan nehir kıyısına indiğinizde yemek için sıra sıra restoranlardan birini seçmekte tereddüt etmeyiniz.

dönüşte dom luis köprüsünün altından yürüyüp, tam köprünün ayağındaki güzel kafeye oturup, açılmak için bir kahve içerken güneşin nehrin ve mahzenlerin üzerinden yeşil tepelere doğru batmasını izlemeyi unutmayın :)

bütün günün yorgunluğuyla hostelime dönmek için dik bayırlardan yukarılara tırmanırken yol beni görülmesi gereken yerlerden birine daha getirdi: sao bento tren istasyonu. bir tren istasyonunun görülecek nesi olabilirki diyorsanız, buradaki mavi-beyaz antik çinileri görene kadar bekleyin.

her ne kadar 12 saatlik yürüyüşten sonra tek arzum hostele kadar gidip, orada huzur içinde ölmek olsa da, gitmem gereken son bir yer daha kalmıştı: majestik cafe.

bu kafenin tarihini biliyormuş gibi davranmamın manası yok, yalnızca ünlü olduğunu bilelim yeter. devasa avizeler, sırrı çıkmış aynalar, mermer masalar, ahşap sandalyeler, deri koltuklar, üniformalı garsonlar.. tarih, klas, elitizm. yemek yemek için pahalı bir yer olsa da akşamın yorgunluğunu atmak için incecik porselen demlikte gelen ingiliz çayımı incecik porselen fincanımda serçe parmağım havada içerken düşündüğüm tek şey "işte buna değer" oldu. o an hissettiğim huzuru başka hangi şehirde bulabilirdim bilmiyorum.

sonra..akşam kasım ayının ayazıyla beraber çökmüşken, elimde ağırlaşan şarap şişeleriyle hala kalabalık bu minik şehrin sokaklarında yürüdüm de yürüdüm. liverpool'da hissettiğim "buradan gitmek istemiyorum" hissi yine beni ele geçirdi; bu şehir çok ama çok güzel. evleriyle, mahzenleriyle, meydanlarıyla, kuleleriyle, nehriyle, insanıyla.. 1 günde gezilecek kadar küçük ama bir ömür doyulamayacak kadar güzel, kaçırmayınız.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder