beatles story'yi gezmek bütün bir sabahı alıyor, en az 4 saat gerekiyor gezmek için, ama saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyor bile insan içerideyken.
liverpool'da bir beatles severin yapması gereken ikinci şey, bir magical mystery tour bileti almak. bilet 17 pound ama verdiği keyif paha biçilemez. biletler albert dock'taki tourist infodan alınıyor. her gün saat 2'de yine aynı yerden kalkıyor, orijinal tur arabasıyla 2 saatlik bir beatles gezisi. otobüse biner binmez magical mystery tour çalmaya başlıyor, eski koltuklara gömülüp anlatıcının sesine bırakıyorsunuz kendinizi. sonra başlıyor gezi, hikayeler anlatılıyor. sırasıyla penny lane, ringo starr'ın evi, george harrison'ın evi, strawberry fields, eleanor rigby'nin mezarı, brian epstein'ın evi, paul mccartney'in evi, mimi teyze'nin yani john lennon'ın evi, beatles tarihinde önemli birkaç yer daha (örneğin lennon'ın cynthia ile evlendiği kilise, ilk kayıtlarını yaptıkları kilise, liverpool'a geldiklerinde kaldıkları otel gibi) ve en son cavern club. hepsinin hikayeleri, hikayelere uygun şarkılar..
hayatımda yaptığım en güzel şey, hiç abartısız bu tura katılmaktı. george harrison'ın evinin önünde tur rehberiyle konuşurken gözlerim dolu dolu, hayatımın en mutlu anını yaşadım. sanki orada anılarım varmış gibi, george'un her sabah o kapıdan çıkıp içinde paul'un bulunduğu okul servisini beklediğini düşündüm, servise binip penny lane'den geçerek okullarına gittiklerini canlandırdım gözümde. sonra paul'un evine giderken düşündüm onları, bahçede oturduklarını.. strawberry fields'ın kırmızı kapısının önünde dikilirken ılık bir günde hayali çilek tarlalarında yürüyormuş gibi bir hisle doldum. otobüs durmadığı için camdan eleanor rigby'nin mezarını görmeye çalışırken orada yatan bir yakınımmış gibi üzüldüm. penny lane'den geçerken, bankacının yürüdüğünü gördüm sokakta, itfaiye istasyonunu görünce şarkıyı mırıldandım, ki otobüste herkes ince ince şarkıyı mırıldanıyordu benim gibi. çok değerli çok önemli bir andı. birbirimize bakıp gülümsüyorduk.
tur cavern club'ın hemen köşesindeki cadde de bitiyor, sonrası zaten şehir merkezi. şehir merkezinde yapılacak en güzel şey dolanmak. radyo kulesini takip edin, sizi williamson meydanı'na çıkaracaktır. kalabalık, sade, güzel bir meydan. white chapel diye bahsettiğim cadde bir ileri bir geri yürümek için ideal. üzerinde güzel kafeler, restoranlar, mağazalar var. bir kahve alıp cadde üzerindeki banklardan birine oturup yoldan geçenleri izleyebilirsiniz, cadde üzerine sabitlenmiş piyanoda bir şeyler çalabilir ya da çalanları dinleyebilirsiniz veya hiçbir şey yapmadan bir puba oturup biranızı yudumlarken kafanızı dinleyebilirsiniz.
liverpool'daki üçüncü günümde nehir tarafındaki hostelimden, şehir merkezindeki başka bir hostele taşındım, böyle dediğime bakmayın, iki farklı yer değil bunlar, çok yakınlar, benimki sadece daha az para verme arzusundandı. yeni hostelim hatters liverpool idi, birmingham'da kaldığım hostelin liverpool şubesi yani, ki manchester'da da tercihimi hatters'dan yana kullandığımı söylemeliyim, konforlu ve ucuz. öte yandan hostele giderken geçtiğim çin mahallesinden haritaya baka baka ilerlediğimi gören bir kadın yanıma gelerek o mahallede turist olduğumu belli etmenin iyi bir fikir olmadığını söyledi, fazla güvenli bir yer değil diye de özellikle belirtti, halbuki çin mahallesi bana çok hoş, güvenli, temiz bir yer gibi görünmüştü:)
st. george's hall, liverpool cathedral görmeniz gereken birkaç yer daha, ben kısace gezdim bunları sadece çünkü liverpool'a gitme amacım kilise, mimari yapı gezmek değil beatles'ı yaşamaktı:) ama belki siz benim kadar sevmiyorsunuzdur beatles'ı, o vakit buraları gezin.
fab4 experience'da en çok hoşuma giden ve sizin hoşunuza gideceğini düşündüğüm şey fab4d'ydi. bu 4 boyutlu bir kısa animasyon. her 20 dakika'da salonlardan birinde gösteriliyor, the beatles story biletinizle girebiliyorsunuz buraya. girdiğinize de değiyor. hikaye hoşlandığı kızla buluşmak için evinden çıkan ve pier head'e gitmek için binbir badire atlatan bir beatles-sever çocukla ilgili. mezarlıkta eleanor rigby'nin hayaletini mi görmüyor, gökyüzünde çilek tarlalarında mı gezmiyor, bindiği taksi bir anda sarı bir denizaltıya mı dönüşmüyor, neler neler.. 4 boyutlu olması onu daha da enteresan kılıyordu. 3d gözlüklerinizi takıyorsunuz ve kendinizi hikayenin içinde buluyorsunuz ve mesela yellow submarine suya indiğinde etrafa sıçrayan su size de geliyor veya taksi bir yere çarptığında sizin koltuğunuzda öne eğilip sizi sarsıyor. çok enteresan bir deneyim, o kesin.
liverpool her açıdan müthiş bir şehirdi ve gitme zamanım yaklaştıkça kendimi hasta ve yorgun hissediyordum. george'un, john'un, ringo'nun ve paul'un yürüdüğü sokaklarda yürümek, bir zaman baktıkları manzarayı izlemek, soludukları havayı içime çekmek.. ve bu şehirden gitme düşüncesi..
ama gitmek zorundaydım. çantamı topladım ve gönlümü, aklımı, ruhumu liverpool'da bırakarak manchester'a doğru yola çıktım..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder