Sayfalar

30 Eylül 2012 Pazar

beatles'ın peşinde: liverpool bölüm 1.

merseyside, kafamda yanarlı dönerli devasa tabelalar gibi parlayıp duruyor günlerdir, belki de bu yüzden geçen 1 yılın ardından liverpool'la ilgili konuşma isteğini bir kez daha duyuyorum içimde.

liverpool! adına şiirler yazılası, şarkılar söylenesi güzel şehir. beatles'ın ana vatanı. şehir için pek o kadar olmasa da, benim için her karışı beatles kokan, rüzgarı beatles esen, suyu beatles, ekmeği beatles muhteşem şehir. o kadar özel bir yer ki liverpool, dünyada eşi benzeri yok.

öğle vakti liverpool'a indiğimde şaşılacak kadar güneşli, ılık, parıl parıl bir gün karşıladı beni coach station'da.  albert dock tabelalarını ayağım yere değmeden, uçarak izledim hostelime varmak için. mermerden görkemli evler yok liverpool'da, kırmızı tuğladan eski kuzey evleri var sıra sıra, bir zaman makinesinden çıkmışım da, tarihin içinde bulmuşum gibi hissediyordum kendimi.. öyle yavaş yürüyordum ki, çantamı peşimden sürüklemiyor, tekerleğine takılmış bir kağıt parçası gibi aheste onunla ilerliyordum.

o kadar heyecanlıydım ki, kelimelere dökmekte zorlanıyorum, bir an ağlama isteğiyle doluyordum, bir an deliler gibi gülmek istiyordum, bir an dışarı adım bile atmak istemiyordum, bir diğer an bütün şehri uçarak gezmek istiyordum..



eşyalarımı hostele atar atmaz kendimi sokaklara attım. white chapel şehrin merkezinde bir cadde. ilk ihtiyaç duyduğum şey buradaydı: matthew street, diğer adıyla beatles street. beatles'ın ilk kez sahneye çıktığı cavern club bu sokakta, sonra neden ünlü olduğunu anlayamasam da delice ünlü olan beatles shop, çakma cavern pub, lennon bar, rubber soul cafe ve niceleri. duvarlara yüz mü sürsem, yerleri mi öpsem, tam ortada durup öylece dikilsem mi napsam bilemiyordum, sayısız kere bir ucundan diğer ucuna geçtim durdum sokağın. sonra yürüdüm, belli bir yöne değil, kaybolmak için sokaklara girdim çıktım, ki bu bir şehri keşfetmenin en iyi yoludur, haritaya bakmadan, öylesine, neresi hoşuma giderse oraya girdim, eski, bakımlı, kocaman sokaklar, evler.. alışveriş merkezlerinde dolandım, dükkanlara baktım, yemek yiyebileceğim yerleri tespit etmeye çalıştım. sonra fark ettim ki hep aynı yerlerde dolanıp duruyorum ve ayaklarım beni, ertesi gün sabah erkenden gitmeyi planladığım albert dock'a götürüyor aslında ve ben direniyorum. direnmekse boşuna, albert dock'a gidiyorum.

 mersey nehrinin kıyısında devasa bir yer albert dock. nehirden kanallara bölünmüş, kırmızı tuğladan müthiş bakımlı bir merkez, kusursuz görünüyor. parklar, publar, restoranlar, mağazalar, hediyelik eşya dükkanları, büfeler ve (söylemekten nedense kaçınıyorum) beatles story var burada. nehir kıyısında yürüyüş yolunda yürüyorum bir süre, en eski görünen bir banka oturup hayallere dalıyorum: george (harrison tabiki) belki de tam burada oturmuş sigarasından bir nefes çekerken nehrin karşı kıyısına bakıp dumanını üflemiş, hayallere kapılmıştır, bu şehirden uzaklaşmak, ünlü olmak, zengin olmak hayallerini belki de tam burada kurmuştur diyorum içimden. küçük bir ihtimalde olsa seviyorum bu düşünceyi. düşüncelerle dolu, bir puba giriyorum. guinness'imi yudumlarken yağmur yağmaya başlıyor, hava kararmak üzere, hostelim yakın olduğundan birkaç dakika sonra varmış oluyorum.

hostelim, albert dock'un 200 metre ilerisinde devasa bir tesis: YHA liverpool. belirtmem gerekir ki, ingiltere'de bulunduğum sürece en fazla parayı bu hostele ödedim; gecelik yaklaşık 23 pound ve kahvaltı yok. ama ödediğim paraya değdiğini de söylemeliyim. kocaman bir bahçe içinde büyük bir tesis burası, 6 kişilik ranzalı odamda tuvalet-banyo, kocaman bir masa, sandalyeler ve dolaplar vardı, çok rahattı ve merkeziydi; alt yoldan giderseniz mersey nehrine yani albert dock ve pier head'e birkaç dakika, üst yoldan giderseniz kestirmeden şehrin merkezine ulaşıyorsunuz, yolları da geniş, kalabalık ve güvenli. akşam odamda yorgun argın otururken oda arkadaşlarım geldiler, cavern club'a gideceklermiş, davet ettiler ama gözlerim öylesine zor açık duruyordu ki hayır bile diyemedim. brezilyalı bir tanesiyle ertesi sabah 9'da beatles story'ye gitmeyi kararlaştırdık sonra uykular alemi beni kollarına aldı.

sabah 7'de uyandığımda uğradığım hayal kırıklığını sözcüklere dökmekte zorlanıyorum, brezilyalı kız eşyalarını toplayıp gitmişti! bir terk edilmişlik, bir yalnızlık hissi sardı beni, günlerdir yapayalnızdım ve evden çok uzaktım (2 bin kilometreden fazla), londra'da aldığım hattın kontörü bittiğinden ve bir türlü kontör alamadığımdan birkaç gündür evdekilerle konuşamamıştım; sonuçta kendimi berbat hissediyordum, yarım saat yatağımdan kalkmadan ağladım ağladım, çok üzgündüm.
sonra kendi kendime liverpool'dasın dedim, liverpool'da! ben, 12 yaşından beri beatles dinleyerek ve bir gün ingiltere'ye gitme hayaliyle büyümüş, istanbul'da öğrenci haliyle bin pound biriktirmiş ve bugünün gelmesini bekleyen ben, bir hostel odasında oturmuş vaktini ağlayarak, üzülerek, eve dönmek isteyerek geçiriyordum, akıl alacak gibi değil. yataktan fırladım, hazırlandım ve kahvaltı yapmak için şehir merkezine gittim. kahvemi içip kendime gelince de, bana ne o kızdan, gittiyse gitti, o olmasa zaten yalnız dolaşacaktım diyerek bir kez daha albert dock'un yolunu tuttum.

saat 9 gibi,albert dock'un kapısından girdiğimde zevkle manzaranın tadını çıkardım; sol tarafımda şehrin, nehrin ve karşı kıyının tadını havada çıkarmak isteyenlerin öğle vaktinden itibaren kalabalık gruplar halinde doldurduğu devasa dönmedolap, sağ yanımda nehrin sularından yapılmış kanalların etrafındaki albert dock, ilerde müthiş pier head..

beatles story'nin önüne geldiğimde beni bir sürpriz bekliyordu; brezilyalı kız - luna, bir şeyler söyleyerek koşa koşa bana doğru geliyordu:)

devamı ikinci bölümde.. :)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder