Sayfalar

26 Eylül 2013 Perşembe

salzburg 2


meydanda büyük bir altın top, bu altın topun üzerinde dikilen bir adam, altında devasa bir satranç takımı. güneşten cayır cayır bu geniş meydanda hediyelik eşyalar satan tezgahlar sıra sıra dizilmiş. karşıda hohensalzburg şehrin her yerinde olduğu gibi burada da tepeden sizi izliyor. kendisine çıkan taş sokakta füniküler yolcularını beklemekte. füniküleri kullanarak kaleye çıkmak kalenin bileti de dahil 11 euro ve sizi temin ederim gördüğüm kaleler içinde parasını kuruşu kuruşuna hak eden tek kale.

finüküler yolcuğunu kısa sürede tamamlıyor ve sizi kalenin içine kadar götürüyor. isterseniz ve gözünüz yerse kaleye çıkan yolu yürüyebilirsiniz de (ortalama 20 dk, yokuş yukarı).
kalenin ilk manzarası muhteşem. ayaklar altında salzburg. sadece şehrin çatıları değil, gezilip görülecek her yer, her bir meydan, her bir kilise, her bir sokak, nehir, nehrin üstündeki köprülerden akıyormuş gibi görünen insanlar, şehrin etrafını saran yemyeşil dağlar, yeşilin içine kondurulmuş evler.. kalenin iç avlusuna çıkan merdivenlerin her basamağı ayrı bir manzara sunuyor. en son basamaksa serinliğe çıkıyor.  hemen sağda bir minik müze var; kuklalar. 1800'lerden bugüne gösterilerde kullanılmış kuklalar, büstler. bazıları öylece dururken bazıları bir hikayenin parçası olarak sergilenmiş. hareketli, müzikli minik minik gösteriler. öyle "ya bizde de böyle bişiler vardı yahu, koyalım dursunlar şurda" değil yani. yaşayan bir tarihin parçası olarak. hem sergilenişleri bakımından, hem seyirlik olmaları bakımından on üzerinden on.

14 Eylül 2013 Cumartesi

hep kendine çalışmak

ne kadar sorumsuz bir blog yazarıyım! bir süredir yazma isteğimi kaybetmiş idim, hayatımdaki diğer her şey gibi "yeağ şimdi zaten kim takıyor ki zaten beni" hissiyatında salzburg'un ikinci bölümünü bile yazmaya gitmedi elim. ilkinden bugüne hem çok az, hem de çok fazla şey oldu. ama bunlar hep bahane tabi. az da olsa kalbim kırılması diye merak edip okuyanınız var ise, işte gerekçem:

uzun upuzun kararsızlıklar, sınavı geçemiycem, beni zaten mülakattan geçirmezler, benim iş olmaz'lardan sonra işte burdayım: öğrencilik hayatıma geri döndüm.

4 senelik lisanstan sonra kör topal bürokrasisiyle ilerleyen sevgili okulumdan başka hiçbir yer kafamda yoktu. bir gönül bağı, bir alışkanlık, bir vazgeçememezlik hissettiğim açık. yds'den aldığım heves kıran puandan sonra yüksek lisansa kabul edilmem için gerekecek dil puanını alamayacağıma kendimi büsbütün inandırmıştım da. lakin öyle olmadı. oldukça kolay olan sınavı, pek de iç açıcı olmayan bir puanla geçtim. mülakattansa,özellikle mülakattan çıktıktan sonra, geçemeyeceğime adım gibi emindim. şöyle ki: